2017 yılında Atölye Ren’in ilk ürünleri ortaya çıktığında, elimizde üzerinde aylarca çalıştığımız ama aslında sadece bir başlangıç olan bir kalıp vardı: Ursula Bluz.
Bu tasarım bizimle birlikte büyüdü. Her koleksiyonda bir kez daha güncellendi, yeniden denendi, değiştirildi, yeniden doğdu. Boyunu uzattık, kısalttık. Kol ekledik, sonra kolunun silüetini değiştirdik. Elbise halini yaptık. Kumaşını değiştirdik. Bazen tek renk, bazen desenli oldu. Ama her seferinde yeniden var oldu. Ve her seferinde birilerine, bir başka bedene, bir başka ruh hâline, bir başka mevsime uyum sağladı.
Bunu nasıl yaptık?
Cevap belki de en başından beri inandığımız yaklaşıma dayanıyor: Design Thinking, yani insan ve tasarım odaklı düşünme.
Moda Tasarımında Design Thinking Yaklaşımı
Design Thinking; empati kurmak, problemi tanımlamak, fikir üretmek, prototiplemek ve test etmek gibi adımlarla ilerleyen bir süreçtir. Bu yöntem özellikle ürün tasarımı ve inovasyon alanında kullanılsa da, Atölye Ren’de biz bu yaklaşımı moda tasarımına uyguluyoruz.
Çünkü bizim için kıyafet yalnızca estetik bir nesne değil; aynı zamanda kullanıcının bedenine, duygusuna, gündelik yaşamına hizmet eden bir gereç. Bu yüzden tasarım sürecimizde kullanıcı geri bildirimleri bizim için en kıymetli veri oluyor. Kim, ne zaman, nerede giydi? Hangi hareketi yaparken kolu dar geldi? Belindeki kuşak tam yerinde mi durdu? Tüm bu detaylar, bir tasarımın evrimini belirliyor.
Design Thinking, ilk bakışta teknoloji ya da ürün geliştirme alanlarıyla ilişkilendirilmiş olsa da, aslında her şeyin merkezine insanı koyan bir düşünme biçimi. Yani çözüm, işlev ya da estetik arayışı, yalnızca teorik değil; sahici bir empatiyle başlıyor. Atölye Ren’de biz bu yaklaşımı, modaya ve insan bedenine bakışımızın temeline yerleştiriyoruz.

1. Empati Kurmak – Kullanıcıyı tanımak. Onun ihtiyaçlarını, beklentilerini ve günlük yaşamdaki gerçeklerini anlamaya çalışmak.
2. Problemi Tanımlamak – Gerçek ihtiyaçların ne olduğunu belirlemek. Estetik bir detay mı eksik, yoksa bir konforsuzluk mu var?
3. Fikir Üretmek – Kalıpları yeniden düşünmek. Dikiş yerini değiştirmekten kumaş türünü sorgulamaya kadar yaratıcı yollar bulmak.
4. Prototiplemek – Kalıbı çıkarmak, denemek, yeniden dikmek.
5. Test Etmek – En önemlisi: Kullanıcıya sormak. Gerçek bedende nasıl çalışıyor? Nerede toplanıyor, nerede akıyor, ne hissettiriyor?
Ursula Bluz’un evrimi tam da bu beş adımı defalarca tekrarlayarak gelişti. Her yorum, her deneyim bizim için bir “geri bildirim” değil, doğrudan tasarımı dönüştüren bir veri oldu. Bir kıyafetin sadece güzel değil, yaşanabilir olması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bizim için moda, bir ifade biçimi olduğu kadar bir araçtır. Ve bu araç, iyi düşünülmüşse hayatı kolaylaştırır.
Ursula’nın İlhamı
Ursula Bluz ismini feminist bilim kurgu yazarı Ursula K. Le Guin’den alıyor. Le Guin’in şu sözü bizim tasarım felsefemizi öylesine güzel özetliyor ki:
“It is good to have an end to journey towards; but it is the journey that matters, in the end.”
— Ursula K. Le Guin
Yani bir hedefe doğru ilerlemek güzel, ama asıl anlam yolculuğun kendisinde.
Ursula Bluz’un hikâyesi tam da böyle. Hedefimiz en iyi, en konforlu, en zamansız anvelop üstü yaratmaktı belki. Ama bu yıllar içinde ortaya çıkan versiyonlar, detaylara gösterdiğimiz özen, kullanıcılarımızla kurduğumuz diyaloglar… Asıl kıymetli olan hep bu yoldu.
Ursula Bluz’un ismini aldığı Ursula K. Le Guin, yalnızca bir bilim kurgu yazarı değil; alternatif dünyalar inşa ederek mevcut dünyanın sınırlarını sorgulayan bir düşünürdü. Feministti, anarşistti, Taoistti, doğa severdi. Ve yazdığı her şeyde –ister bir ejderha hikayesi, ister uzak bir gezegendeki koloni yaşamı olsun– insana dair evrensel sorular sorardı: Kimim ben? Bir arada yaşamanın başka yolları var mı? Güç nedir? Sevgi neye benzer?
Le Guin’in felsefesinde değişim ve yolculuk çok özel bir yere sahip.
Bu felsefe, bize sadece tasarım sürecini değil, Atölye Ren’in tüm varoluşunu hatırlatıyor. Evet, bir ürün ortaya koymak güzel; ama aslında mesele o ürünü hangi niyetle, hangi değerlerle ve hangi dikkatle yarattığımız.
Ursula’nın bize kattığı en büyük ilham, doğrusal olmayan, sorgulayıcı ve incelikli bakış açısı. O yüzden bu bluz yalnızca bir giysi değil bizim için — aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı. Her versiyonu, hem kullanıcılarının bedenlerinde hem de bizim düşünce biçimimizde bir iz bıraktı. Tasarımın sabit değil, yaşayan bir şey olduğunu öğretti.
Bugün Ursula Bluz’un onlarca varyasyonu var. Elbisesi, kolu uzun olanı, kısa olanı, düğmeli ya da bağlamalı versiyonları. Ama hepsi bir kökten geliyor. Ve her biri, yıllar boyunca topladığımız bilgiler, deneyimler ve duygularla şekillenmiş durumda.
Bu kalıp, bedenlere olduğu kadar zamanın ruhuna da uyum sağladı. Değiştikçe güzelleşti, sadeleştikçe güçlendi.
Tasarımı sabit bir form olarak değil, yaşayan bir varlık gibi ele alıyoruz. Tıpkı bir yolculuk gibi, her adımında yeni bir şey öğreniyor, daha fazla insanla buluşuyor, daha fazla his taşıyor.
Ursula Bluz’un yolculuğu devam ediyor. Ve biz bu yolculukta, her yeni kullanıcıyla, her yeni yorumla, her yeni kumaşla bir adım daha ilerliyoruz.
Bir yanıt yazın